21 Mayıs 2018 Pazartesi

BAĞDAT ve KİSRA





Bilinmez köylerin, bilinmez insanları,
İsmi unutulan cesetler.
Hafıza-ı beşerin varlık mücadelesi.

Akşamlardan sabahlara taşan ölüm kokusu,
Baharda solan çiçeğin matemi,
Bağdattan gelen selam ile 
Yıkılan Kisra'nın sarayı.

Ruhların tanrısallaştığı zaman da 
Bedenlerden gelen ölüm kokusu 
Toprağa oturunca üstünü çırpan insanın,
2 metrelik çukura sığıvermesi.

Yokluğun varlık ile mücadelesi,
Vadilere hucum eden ölüm rüzgarı,
Gövdesi kuruyan ağaçtan savrulan yaprak taneleri,
Tanrı'nın kullarına sessiz çığlığı.
Bağdattan gelen selam ile 
Yıkılır Kisra'nın sarayları.

Bütün acıları gören tanrı,
Kisra'nın yıkılan sarayları,
Yetim kalan çocukların babalarını uyandırmak için akar, kutsal göz yaşları ..




8 Ağustos 2017 Salı

İNSANCIK




Varlığının bile farkında olmadığı dönemleri oluyor insanın.
İçindeki fırtınalara taktığı isimleri oluyor mesela,
Acıya acı demekten yorulup, gülümsediği saniyeler ile ulaşıyor nirvanaya.

Kalbinden yükselen sesleri duymamak adına, dinlediği yüksek sesli müzikleri var mesela.
Dururken koştuğu, susarken konuştuğu anları oluyor arada.
Göçebe hissedip yerleşik hayata niyet ettiği yerlerden taşlanışları oluyor her defasında.

Parmaklarını oynatabilmenin sevinci ile güzel geçebiliyor günleri,
Perdelerini kaldırmadan da kedi kadar masum oluyor ara sıra.
Sesinin yettiği kadar duyuruyor kendini,
Düşündüğü kadar akıllı,
Gülebildiği kadar mutlu,
Göz yaşı kadar üzgün oluyor her defasında .

Karanlıktan korkmasına rağmen, güneş ile arkadaş olduğunu unutuyor arada,
Saatlerce konuşup, hiçbir şey söylemediği oluyor cümlelerin tanrısına.
Yumruklar indiriyor kendi gibi et yığınlarına,
Boğazındaki ses tellerine mahkum olup bağırıyor her defasında.
Elleri ile yaptığını yıkıyor sefer-i hayatında,
Mabedine saldırı sayıyor her bakışı pervasızca,
Gölgesinden korksun istiyor insanlar, gölgesine mahkum aslında
Tanrı gibi yaşayıp insan gibi ölüyor her defasında. 
Bir dakika önce nefes alırken,
Bir dakika sonra nefes diyemeyişlerini ibret olarak yayıyor tüm insanlığa.

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Küçük Çocuk



Korkular tanrısallaştı yüreğimde,
Denize kafa tutar oldu bir damla su,
Polyanna intihar etti,
Cüceler tecavüz etti prensese,
Şirinler köylerini yakıp gitti,
Sözcüklerim şehvetim içinde erdi,
Masumiyet ana rahminde kaldı,
Burunlarımız pinokyolaştı,
Ruhlarımıza  gusül gerekti,
Bekaretini yitirmiş cümleler ile anlatıldı aşk,
Her şeye inat,
Yağmur yağdı sonra
Damlalar usulca süzüldü bedenimde,
Gözlerimin mirasçısı gözyaşları,
Kayboldu yağmurlar içerisinde..


Çölde gezen bedeviye aşina gelmezmiş  su.
Sözcüklerim aşina gelmiyor artık bana,
Kışa soruyorum baharları,
Olmayan ülkemde, olmayan tahtım,
Mutluluk fabrikasıyım,
Akıl kokan şeyler değil yaptıklarım.

Arka sokaklarda tecavüz edilirken çocuklara
Devasa gövdem içerisinde
Salıncakta sallanan küçük çocuk ruhum.
Cesurum..


23 Mart 2017 Perşembe

GERİDEN BAKMAK



Elimde olan her şeye bir adım geriden bakma isteği ile geçiyor geceler,
Rüzgar vurdukça başak tanelerinin savrulması  gibi hayatın bana olan muamelesi,
Gün geçtikçe yontuluyor tüm sivriliklerim,
Gün geçtikçe eriyen mum gibi bir şeyler azalıyor içimdeki mabedimden,
Hayat, denklemsel  bir matematik formülünden çıkan sıfır kadar pervasızca duruyor gözlerimin önünde,
Hepsinden öte seni de özlüyorum,
Atılan bir taş ile parçalara ayrılan cam kadar bol parçalı kalbim,
Yapıştıracak gücüm var mı? – bilmiyorum.
Yapıştırmaya niyette etmedim hiç.
Anadolu da bir söz vardır ya hani; Namazda gözü olmayanın, ezanda kulağı olmazmış.
Sevmede gözümüz yoktu, etmedik niyet.
Nerede nefes alıyorsan orada mutlu ol emi.
Sen neredeyken doğuyorsa güneş ,
Orada kahkahaların asılı kalsın semada,
Beni soracak olursan, elinde olan her şeye bir adım geriden bakma isteği.

Gözlerim ile dudaklarımın kavgasına şahit oluyorum bu aralar,
Zira başka türlü gülerken ağlamayı, ağlarken gelen gülme isteğini açıklamak mümkün değil.
Susmayan bir şarkı kadar suskunum.
Feryat denizinde küçük bir sandalım olsun isterken,
Koca koca gemileri peşimden sürüklemenin utancı içerisindeyim.
Güneş hep aynı yerden doğarken, yıldızlar kafasına göre selam veriyor dünyaya.
Sabahları gülerken çocuklar, geceleri uyuyor,
Belki de bu yüzden sevemedim geceleri,
Belki de her gece yaktığım mumun erimesine üzüldüğüm için sevemedim geceleri.
Şimdi, dünyanın cenneti dediğim  çocuk parkındayım.
Parmaklarımın arasındaki sigaradan çıkan efkarlı dumanlar,
Ciğerlerimin küfredişlerine sağır olmak gerekecek,
Ağlayan her çocuğa alınan şeker kadar kutsal,
Annesinden dayak yese bile anne diye ağlayan çocuk kadar sevgiye tutsak olmak gerekecek bu gece.
Tüm gecelere selam olsun bitmeyen sabahlardan.
Elinde olanlara iki adım geriden bakabilen adamlara da selam olsun.
Elimde olanlara bir adım geriden bakma isteği ile sevişeceğim bu gece,
İnlemelerim bol olsun.








9 Şubat 2017 Perşembe

Yağmur Duası





Duygusal karmaşıklıklar  içerisinde yükselen bir feryat,
Birilerini özlemek ama o birileri yerine koyacak bir öznenin dahi olmadığı bir gece,
Sabaha doğru uyanmak boğazında kahredici bir kuruluk ile,
Tüm gün ellerine bakmak hiç yorulmadan,
Olur olmadık her şeye gülme çabası,
Batmakta olan bir gemide  suyunu yudumlama isteği,
Gidilmesi gereken yerlerin zıddına bilinmezliklere koşmak umarsızca,
Birçok insan arasında insan aramak usulca,
Kalabalıklar içerisinde bakire yalnızlıklar ile sevişmek,
Akşama çalarken gün, inlemelere eşlik eden  ter damlasında ki  o namus kadar haklı olabilmek,
İçinde bir çok şeyi barındırırken  yetim çocuk gibi bakmak dünyaya,
Korkuların hakim olduğu bir akıl, kuraklığın baş verdiği bir kalp,
Kalplerimiz içinde yağmur duasına çıkılmalı.
Kullanılan prezervatifler ile aynı soydan gelen insan bedenini değerli kılma çabası,
Unutabilmenin verdiği orospu mutlulukları serpiştirmek hayatın her yerine,
Filistinli bir çocuğun korkusu,
İranlı bir kadının saçları,
İsrailli bir Yahudi’nin ağlama duvarı önündeki kutsal gözyaşları.
Eylül Cansınların derin sulardaki cansız bedenleri,
Hande Kadere gagası ile su taşıyan bir kuş olma isteği,
Kalpler içinde yağmur duasına çıkılmalı.

20 Kasım 2016 Pazar

SAAT ÜÇ


Nefes alırken boğulur mu insan ?
Boğulur elbet.
Kaç nefesli ölüme şahit oldu  dünya.
Zaman geçiyor, birileri hayatımıza dokunup gidiyor.
Zaman geçiyor, bir şeyleri çok isterken o şeyler oluyor, ama yine bataklıktan bakıyoruz yıldızlara .
Zaman geçiyor, geçtikçe daha iyi anlaşılıyor gecenin yarısın da bir bankta tek oturmamanın güzelliği.
Zaman geçiyor, geçtiği için değerli olarak kalıyor bazı şeyler.
Zaman geçiyor, ne yaşadığımız şehir masum kalıyor nede bedenlerimiz.
Zaman geçiyor, ellerimiz buruşuyor.
Zaman geçiyor, geçtikçe gidenin nefesini bedenin de daha çok hissediyor insan.
Zaman geçiyor, geçtikçe içimizde ki limanda ne gemiler yakılıyor,
En zoru da yakılan geminin dumanında boğulur gibi olup küçük öksürükler ile eşlik etmek dumana.
Zaman geçiyor, ama saat yeniden 3 e geliyor.
Zaman geçiyor, o bank aldırmadan  orada duruyor.
Zaman geçiyor, her şehir bir kişi eksilip bir kişi artıyor.
Zaman geçiyor, sizin baktığınız gözlere birileri sizmiş gibi bakıyor.
Zaman geçiyor, sesin biraz daha güzelleşiyor,
Zaman geçiyor, kendi ayakkabılarını, kendi ayakkabılığına koyan o adam sessizce gidiyor.







25 Eylül 2016 Pazar

EY AZİZİM



İnsanlığı ve bu dünyayı anlamak zor azizim.
Bu pislik içerisinde yaşamakta bi hayli zor.
Çöpten ekmek toplayan  ile tek taşını beğenmeyen insanların boğulmadığı deniz de boğulmak zor.
Sana dünyadan çok şey anlata bilirim azizim lakin ne elimde ki tükenmez denen ama tükenen kalem razı buna nede katledilen ağaçlardan yapılan bu kağıtlar..
Zor azizim, zor yaşamak, yaşamak için çabalamak zor .
Beden içinde ki sıkışmış ruhu taşımak zor.
Bu kadar pislik içerisinde kendine yaşam alanı açmak basitçe.
Açlıktan ölen bebeklerin olduğu dünya da organik beslenen bebekleri görmek zor.
Petrol uğruna parçalanırken Orta Doğu da çocuk bedenleri, kundaktaki bebeğimizin ağlamasına dayanamamak zor.
Ölümün sessizliğini, kahkahaların bozduğu dünya da ölümün sessizliğine kulak vermek zor.
Yeni yıldızlar keşfetmek için milyarlarca dolar harcayan devletler de, yaşamak için bedenini satan Suriyeli mülteci kadının, yürüdüğü yollarda yürümek zor.
Kan kokan dünya da yaşamı savunmak zor azizim.
Sana dünyadan ; 
Avrupalı çocukların üzerin de koştuğu, Orta doğulu çocukların rüyaların da gördükleri çiçeklerden getireceğim.
Çocuğu eşcinsel olduğu için öldürülen bir annenin ''koskoca dünyaya bir benim çocuğumu sığdıramadınız '' haykırışını getireceğim.
Bedenini satmak zorunda kalan Suriyeli mülteci kadının üzerindeki spermleri getireceğim.
Tecavüzcüsü ile evlendirilen kadının  kocam deyişini getireceğim.
Annesi gözü önünde öldürülen Iraklı Ahmed'in anne özlemini getireceğim. 
Tecavüze uğradığı için kan kaybından ölen 12 aylık bebeğin kanını getireceğim. 
En önemlisi tanrıların sessizliğini getireceğim sana .
Bu yazıyı okuyup bilgisayarı kapattıktan sonra her şeyi unutan o vicdanlı insanların vicdanını da iliştireceğim yanına.





BAĞDAT ve KİSRA

Bilinmez köylerin, bilinmez insanları, İsmi unutulan cesetler. Hafıza-ı beşerin varlık mücadelesi. Akşamlardan sabahlara taşan ö...